Sağlıklı Bir Yaşam İçin Sosyal İlişkilerin Önemi ve Oksitosin Hormonunun Rolü
top of page
Ara

Sağlıklı Bir Yaşam İçin Sosyal İlişkilerin Önemi ve Oksitosin Hormonunun Rolü



Diğer canlılarla kıyaslandığında insan bedeni oldukça dayanıksız, zayıf ve korumasızdır. Örneğin hamam böceğini bilirsiniz, onu koruyan oldukça sert bir dış iskelete sahiptir. Ya da bir bukalemun “renk değiştirme” özelliği sayesinde bulunduğu ortama uyum sağlayarak kendini dış etkilerden korur.


Fakat insan bedenini incelediğimizde dış etkilere sonuna kadar açık olduğumuzu fark ediyoruz. Peki bu zayıf bedenlerine rağmen atalarımızın evrimsel süreçte nasıl hayatta kalmayı başardığını hiç düşündünüz mü? İşte bu sorunun cevabı insanı “bilinen en gelişmiş canlı” yapan şeydir: benzeri görülmemiş bir zihinsel donanım ve sosyal ilişkiler.


Bulunduğu habitata ve doğal koşullara son derece uyumsuz bir bedene sahip olan insan, hayatta kalabilmek için bulunduğu çevreyi değiştirmek ve kendine uygun bir hale getirmek için modifiye etmek zorundadır. Zihinsel donanımınızın evrimsel süreçte diğer canlılara kıyasla bu denli gelişmesinin sebebi de tam olarak bu “zayıf” bedenlerimizdir aslında.


Öte yandan bakıldığında sosyal ilişkileri en yüksek canlı yine insandır. Fizyolojik sebeplerden dolayı anne karnından henüz zihinsel ve motor fonksiyonları tam gelişmemiş olarak çıkan bebek, belli bir yaşa kadar annesine (ya da başka bir yetişkine) bağımlıdır ve onsuz hayatta kalamaz. Fakat bu “başkasına bağımlılık” süreci yenidoğanlarla sınırlı değildir. İnsan, doğası gereği oldukça sosyal bir canlıdır. Issız bir adada tek başınıza olduğunuzu hayal edin. Hayatta kalmak için yeterli donanıma sahipsiniz fakat çevrenizde iletişim kurabileceğiniz başka bir insan yok. Düşüncesi bile oldukça rahatsız edici olan böyle bir ortamda muthemelen kısa bir zaman içinde tabiri caizse delirmeye başlarsınız.


Sağlıklı bir yaşam denildiğinde aklımıza ilk olarak dengeli beslenme ve spor gelir. Bunlar sağlığımız için oldukça önemli olsa da, sağlıklı bir yaşamın temelinde sağlıklı sosyal ilişkilerin yattığı aşikardır. Brigham Young Üniversitesi’nden Julianne Holt-Lunstad ve ekibi, analiz ettikleri 70 bağımsız çalışma sonucunda yalnızlığın ölüm riskini yüzde 26 artırdığını bulmuştur. [1]


Tarih öncesi dönemlerde yaşayan çevresi tehlikelerle dolu bir Homo sapiens bireyini düşünün, bu bireyin kendisi gibi zeki başka insanlarla işbirliği yapması hayatta kalma şansını oldukça artıracaktır. Bu sebepten dolayı insanın milyonlarca yıllık evrim sürecinde “prososyal davranışlar” incelikle seçilmiş, sosyal birliğe uyumsuz olan özellikler de büyük oranda elenmiştir. Prososyal davranışlar; yardım etmek, paylaşmak, bağış yapmak, işbirliği yapmak ve gönüllülük gibi, diğer insanlara ya da bir bütün olarak topluma fayda sağlayan sosyal davranışlar bütünüdür. Bunlara ek olarak kurallara uymak ya da sosyal olarak kabul edilen davranışlarla uyum içinde olmak da prososyal davranışlar arasında sayılmaktadır.


Tabii ki diğer tüm davranışlarımız gibi sosyal davranışlarımız da çeşitli hormonların etkisiyle kontrol edilmektedir. Bu hormonların başında oksitosin gelir. Oksitosin hormonu esasında, doğum esnasında doğum sürecini hızlandıran rahim kasılmalarını sağlayarak kolay bir doğum olmasını, doğum sonrasında ise memelerdeki süt kanallarının kasılmasını sağlayarak anne sütünün meme ucuna gelmesini sağlar. Bununla birlikte annelik içgüdüsünün oluşması ve anne bebek arasındaki bağın kurulmasında da etkili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca cinsel uyarılma, güven, romantik bağlanma gibi birçok insan davranışında önemli bir role sahiptir. Bu hormon son yıllarda halk arasında “Aşk hormonu” ya da “Bağlılık hormonu” olarak da adlandırılmaktadır. Bunun sebebi, bir başka insanla sevecen bir iletişim kurduğunuzda, tokalaştığınızda ya da sıcak bir tebessüm ettiğinizde beyindeki oksitosin salgısında önemli bir artış gözlemlenmesidir. Oksitosin hormonunun çiftler arasındaki bağlanmadaki rolünün anlaşılması için çeşitli hayvan deneyleri de yapılmıştır [2]. Hipofiz bezlerinin oksitosin hormonunu olması gerekenden daha az salgılaması ise onlarca farklı soruna davetiye çıkarmaktadır ve bu kişilerde yaşam sevincinde azalma, depresif bir ruh halinde olma, anksiyete problemleri görülmektedir [3].


Kaynaklar ve İleri Okuma


  1. Cacioppo, J. T., Hawkley, L. C., Ernst, J. M., Burleson, M., Berntson, G. G., Nouriani, B., et al. (2006). Loneliness within a nomological net: An evolutionary perspective. Journal of Research in Personality, 40(6), 1054-1085.

  2. Buchheim, A., Heinrichs, M., George, C., Pokorny, D., Koops, E., Henningsen, P., O’Connor, M. F., & Gündel, H. (2009). Oxytocin enhances the experience of attachment security. Psychoneuroendocrinology, 34(9), 1417–1422. https://doi.org/10.1016/j.psyneuen.2009.04.002

  3. Campbell, A. (2008). Attachment, aggression and affiliation: The role of oxytocin in female social behavior. Biological Psychology, 77(1), 1–10. https://doi.org/10.1016/j.biopsycho.2007.09.001


bottom of page